13 Kasım 2012 Salı

Nar Ağacım !!

Artık yazıyı yeniden yayınlamayı denemem için bir nedenim var.
Hemde bir gülücük kadar kocaman bir neden :)))

11.11.2012 günlerden pazar. Ailemle birlikte harkulade güzel bir kahvaltı yaptım.
Kahvaltının ardından bana resimdeki kitabı Nazan Bekiroğlu'nun bu güzel romanını okumak için az sesli, huzurlu bir yer arayışı içine girdim. Açık alanda bu şartlara haiz bir çok yer bulmak mümkündü ancak hava benim için bile oldukça soğuktu ve yağmur çiseliyordu.

Kitabı okumak için uygun bir yer bulma ümidiyle evden çıktım, Yol-İş Sendikası ilköğretim okulunun yanından tanjant yolu istikametine saptım 154 merdiven (küçükken 154 taneydiler sanırım sayıları değişmemiştir :-) ) indikten sonra Tanjant yolu göründü ve 300 metre daha yürüdükten sonra Serender ile Tanjantın buluştuğu yere geldim. Serender, hayır çok sesli ve kitap okumaya pek uygun değildi. Karadeniz Hastanesinin yanından fatih ve yenimahalleye doğru indim tekrar düşündüm ama hayır doğru yer buralarda değildi, buralarda doğru bir yer bulmak için çok aramak gerekti ve zaman kısıtlıydı. Kitabı bir an önce (okuyasıydı) okumalıydım.

Doğru yerin meydanda olabilme olasılığının oldukça yüksek olabileceğini düşündüm ve meydana gitmeye karar verdim. metre kareye düşen yağmur miktarı artmıştı ve benim cüssemde epey fazlaydı dolayısıyla ıslanıyordum. Gelmekte olan bir dolmuşu durdurdum ve meydana doğru hareket ettik dolmuş güzergahı sahildi. Molozdan geçerken birden sağımdaki O Osmanlıdan kalma yapılar bana ''gel'' dediler. Davete icabet etmemek olmazdı. Uygun bir yerde inebilir miyim dedim, yanıt evet olmalıydı ki 10 metre ileride araç durdu ve ben beni çağıran sese doğru heyecanla dolmuştan indim ve molozun ara sokaklarına girdim.

Bu yol beni 15. yy Osmanlısına götürüyordu. Karşımda dikdörtgen planlı, dünyada ki tek, tek kubbeli bedesten vardı. Yaklaştım 20*20 boyutlarında 400 m2 lik tamamen kara taştan yapılmış bir yapıydı.

15. yy ın sonundan bu güne kadar alışveriş merkezi olarak kullanılan bu eşsiz yapı bir çok taciri ve esnafı, o esnafların baharatlarını, kumaşlarını, el emeği bakır kazanlarını, ahşap kaşıklarını kalbinde taşımıştı ve kalbinden koparıp Trabzon halkına sunmuştu. Bu yüzdendi 500 yıldan daha fazla süre ayakta kalabilmesi, hamurunda taş ve sevgi vardı, birazda acı.

Kocaman kapısından İçeriye girdim Osmanlıdan kalma baharat ve kumaş kokuları duvarlarına sinmişti. Burası elimdeki bu güzelliğin okunabilmesi için en uygun yer, diye geçirdim içimden. Sol tarafta üst katta ki çay salonuna çıkan merdivenler vardı. Merdivenleri birer birer çıktım o ses artık içimdeydi, gel diyen o ses ona gelmiştim.

Kendime bir köşe buldum ve oturdum okumak için sabırsızlanıyordum. Kitabı elime aldım, garson çocuk geldi ''bir arzunuz var mı efendim'' dedi, gülümseyerek. Bir bardak çay alabilirim ve yanında da bir nargile diye yanıtladım ''gülümseyerek'' Kavunlu ve naneli nargile yanında tam kıvamında demlenmiş çayım, otantik bir ortam daha ne olsundu. Artık kitap okunsundu.

Bu kitabı bana armağan eden değerli arkadaşım, dostuma teşekkürler. İyi ki varsın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder